Çocuk ve ergen psikoterapisi için gelen vakalarda genellikle ebeveynlerin yavrularında fark ettikleri ruhsal bozukluklar veya davranış bozuklukları üzerine; çocuklarına terapist tarafından sihirli bir dokunuş gerçekleştirilmesi fantezisi ile terapiye gelmeleri sık karşılaştığımız durumlardan biridir.
Ebeveynlerin; çocuğunda gözlemlediği normal dışı durumun kendisi üzerinde oluşturduğu panik havası ile ‘acilen çocuğumu iyileştirin’ beklentileriyle terapiye geldiklerini görürüz. Ancak ebeveynler çocuklarında olan davranış bozukluklarının neden ve nasıl oluşmuş olabileceğine dair bir cevap beklentisi içerisinde genellikle olmazlar. Onlar için önemli olan o anda çocuklarında olan semptomların yani patolojik belirtilerin ortadan kalkması ve çocuklarının davranışlarının normale ya da kendi beklenti seviyesine erişmesidir.
Çocuklarının kendi beklenti seviyesine erişmesi; genelde idealize ettikleri çocuğu yetiştirebilmeleri ve çocuklarını kişilik ve kendilik tasarımları açısından şekillendirmek istemeleri doğrultusunda patolojik, hastalıklı bir beklentidir. Fakat normal dışı davranışların, semptomların baskılanması istekleri daha masumdur. Gözden kaçırılan şey çocuk ve ergen terapisinde genellikle semptom ve patolojik örüntülerin baskılanması neticesinde dinamikte var olan patolojinin ortadan kalkan semptom yerine farklı bir semptomla zaman içerisinde kendini yeniden ortaya çıkaracağı gerçeğidir.
Bu yüzden terapisitin eğer çocuk veya ergen ile çalışacak ise ilk sorumluluğu ebeveyne yöneltilen şu sorudur:
-Semptom odaklı çalışarak çocuğunuzda ifade ettiğiniz davranış bozukluğunun ortadan kaldırılması amaçlı çalışmamızı mı istersiniz? Yoksa semptoma neden olabilecek dinamikleri keşfetmemizi ve bu dinamikleri besleyen, sürekli yenilerini ortaya çıkaracak bataklığı kurutmaya yönelik bir çalışma yapmamızı mı istersiniz? İlk yol daha kısa sürecek bir çalışmayla ebeveyni kısa süreli mest edecek; fakat neticede farklı patolojilerle yeniden kendini ortaya çıkaracak bir dinamiksel bozukluğun devamını sağlayacakken, ikinci yol ise doğrudan semptoma dokunmayarak terapi süresince semptoma neden olan durumu belirleyerek kaynağa inecek; o semptomla birlikte yeni semptomların, yeni davranış bozukluklarının önünü kesecektir.
Nitekim burada dikkat çeken durum tek başına çocukta kişilik bozukluğunun oluşmasının güç olduğu; ancak kalıtım çevre ve yaşantıların kişinin ruhsal yapısını şekillendirdiği gerçeğini ortaya sermektedir. İnsanın ruhsal yapısı ve kendilik gelişiminin bu üç bileşenin karşılıklı ortak etkileşimi ile ortaya çıktığı yadsınamaz bir gerçektir.
Yeni Zelanda’da yapılan bir çalışma da çocukların ileriki yaşlarda takibi yapıldığında X kromozomu üzerinde bulunan monoaminooksidaz A aktivasyonu düşük olan çocukların, yüksek olan çocuklara nazaran ergenlik ve gençlik dönemlerinde daha saldırgan, sürekli kavga etme, kabadayılık, hırsızlık ve işkence etme kapasitelerinin yüksek olduklarını belirtir araştırma; genlerin duygusal bozukluklar üzerinde etkisini gösterir niteliktedir. Ancak bu tüm sorumluluğu genler üzerine atmamız için yeterli değildir.
Bebek çeşitli potansiyellerle dünyaya gelmiş ise de bu potansiyelleri tek başına hayata taşıyabilecek yeterlikte değildir. Potansiyeller çerçevesinde ebeveynin çocuk ile etkileşimi çocukta var olan potansiyeli şekillendirecek, revize edecek ve bir davranım, kişilik tutumu ortaya çıkaracaktır. Ebeveynin sorumluluğu kalıtım da değil kalıtımı şekillendirip, yeşertecek veya yönlendirecek olan çevre ve yaşantı süreci içerisindedir. Çünkü bu süreç bebeğin ileri ki yaşlarında sergileyeceği kişilik bozukluklarının veya davranış bozukluklarının temelini oluşturacaktır.
Her kriz durumunda tartışıldığı üzere; kriz çözümlerinde verimli olacak yöntem, krizi yönetmek olduğu kadar, yapılacak önleme çalışmaları ile krizin ortaya çıkmasını engelleme sürecinin de önemli olduğudur. Ebeveynler tam da bu noktada, ideal olan yöntemin tabi ki çocuk veya ergende var olan davranış veya farklı bozukluklar üzerinde çalışmanın fayda sağlayacağını bilmesi gerektiği kadar, çocuklarımızın kişiliklerini oluşturma sürecinde kendi ağır sorumluluklarının da farkına vararak kendi davranım biçimlerini ortaya koyma ve yeniden şekillendirme gerekliliğini de göz ardı etmemelidirler.
Verilen terapötik hizmetler içerisinde ebeveyn danışmanlığının yeri; ebeveynin çocuğuna davranışlarında çocukta bir bozukluk oluşturmayacak şekilde davranmayı öğrenmesinin en az terapötik hizmetler kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Tunahan UZUN