Bir insan düşünelim; doğuyor ve büyümeye başlıyor. Doğduğunda ailesinin ona yüklediği anlamla birlikte aile ilişkileri şekillenmeye başlıyor. İstenilen bir zamanda mı dünyaya geldi, istenilen cinsiyette miydi, maddi ve manevi olarak ailesi onun doğmasına hazır mıydı? Bu sorular ailenin ona karşı ilişki biçimlerini etkilemekte ve duygusal yaklaşımlarını şekillendirmektedir.
Ailenin ilk çocuğu muydu, yoksa sülalenin ilk çocuğu muydu, herkes sınırsız bir şekilde onun her istediğini ve dilediğini karşılayarak onu doyumsuz, çevresindeki insanların onun ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olduğu algısını mı oluşturdular, ya da bırakın dilek ve isteklerini, ihtiyaçlarını bile karşılamadılar da onu dünyaya karşı güvensiz bir algı ile baş başa mı bıraktılar?
Babasının annesi ile olan ilişkisinden nasıl etkilendi ve nasıl korkular geliştirdi. Babasının çocukluğu acaba nasıl geçti ki, babası kendisine nasıl davrandı?
Ya annesi? Annesi gerçekten anne olmaya hazır mıydı, bebeği ile nasıl ilişki kuracağını biliyor muydu? Hiç bilmiyor muydu yoksa ona da annesi tarafından annesinin bildiği kadarıyla mı öğretildi, öğrendikleri ne kadar doğruydu?
Ya da bu insan doğdu ve büyümeye başladı, kardeşleri ile nasıl ilişkiler kurmasına motive edildi, kıyaslamalar yapıldı da en yakını olan kardeşini bile kendine bir rakip olarak görmesinin temelleri atılarak hayatta ki herkesi kendisine bir rakip olarak mı algılamaya başladı, veya annesi ile babasının ilişkisi nasıldı da kendisi de bir gün anne/baba olacağı zaman nasıl davranması gerektiği bilinçaltına kodlandı.
Sorularımızı sayfalarca çoğaltmak işten bile değil. Bu sorular ile şunu anlıyoruz; Her insan, ayrı bir alem. Ayrı dünyaları, hayata karşı ayrı bakış açıları, hayattan farklı beklentileri ve hayata farklı tutunma biçimleri var. Genç yetişkinlerin yetişkinlerden sürekli duyduğu ve akıllarına bir nevi yatan bir cümle vardır: kültürü kültürüne uysun ki sorun yaşamayın, ailesi ailene uysun ki sorun yaşamayın.
Yazımın başındaki soruları okuduğumuzda şunu anlıyoruz ki; kimsenin kültürünün başka bir kimsenin kültürüne uyması mümkün değil, kimsenin ailesinin başka bir kimsenin ailesine uyması mümkün değil. Çünkü her insanı, kişiliğini, davranış biçimlerini, hatta duygulanım biçimlerini oluşturan binlerce farklı etken söz konusu. Ve bu etkenlerin insanda oluşturduğu beklentiler bambaşka.
Her birimiz evliliğe karşı farklı beklentiler içerisindeyken nasıl tam olarak anlaşabilen iki çift bulabiliriz ki? Bu ne kadar inandırıcı olabilir.
Evlilikte sorunların yaşanıyor olması kaçınılmazdır. Ancak her birey yaşadığı sorunlarla baş etme becerisini kazanabildiği kadar, sorunları yönetebildiği kadar mutlu bir aile kurabilir. İnsanlar genelde kendi evlilik sorunlarını diğer evliliklerde olduğundan bambaşka ve çok daha fazla, çok daha önemli mevzular olduğunu düşünürler. Oysa biz evlilik terapistleri yaşanılan sorunların birbirine ne kadar benzediğini genellikle bir çok vakamızda teyit ederiz.
Sorunlar yaşanılan özel durumlar kaynaklı değildir. Çünkü her insan bambaşkadır. Bu bambaşkalığı çiftler tolere edebildikleri kadar, karşılaşmış oldukları sorunlarla başaçıkabildikleri kadar güzel vakit geçirebilirler.
Çift terapisi genelde bu vakalara ilişkilerini yeniden yapılandırmayı, girmiş oldukları çıkmazlardan nasıl sıyrılabileceklerini, ve sen, ben iken nasıl biz, biz iken ise nasıl sen, ben olmayı öğretir. Tabi bunun için terapistin öncelikle bireyin dinamiklerini, kişiliğini keşfetmesi gerekecektir. Kişinin dinamikleri seans süreçlerinde keşfedildikten sonra çiftin dinamikleri ve oluşturmuş oldukları ilişki biçimleri öğrenilir. Probleme götüren kaynaklar, problemi besleyen kaynaklar tespit edilir ve bunları nasıl aşabilecekleri öğretilir.
Örnek olarak hepimize çevremizde itici gelen insanlar vardır. Bu insanlar bazen çevrelerine davranışlarıyla, bazen her planda kendilerini ön plana çıkartmak isteyişleri ile, bazen başka insanları hakir görmeleriyle vb.. itici gelebilir. Onu kötü bir insan olarak zihnimizde tanımlar ve etiketleriz. Çünkü bariz bir şekilde, hemen hemen her insanın aynı fikirde olacağı üzere kötü davranışlar sergiliyordur ve zihnimizde o kötü bir insandır. Oysa ki onunla görüşecek olsak asla kendini kötü bir insan olarak düşünmez, etrafında insanların onun hakkında kötü olduğunu düşündüklerinde dair bir düşünce öğrenirse o insanlara karşı daha da öfke duymaya başlayabilir ve haksızlığa uğradığını düşünebilir. Çünkü kasıtlı olarak kötü bir insan olmaya çalışmıyordur. Kendini haklı olarak gösterebileceği onlarca sebep sunabilir.
Buradan şunu anlıyoruz: İstatistik olarak da nicel olarak da bu hayatta kötü insan olmak adına kötü davranışlar sergileyen insan sayısı yok denecek kadar azdır. Ancak kötü olarak etiketleyebileceğimiz insan sayısı ise insanlığın sayısına yakındır. Yani her insan bir başka insanın kötüsü olabilmektedir.
Bunu biraz indirgediğimizde her ailede de kötü davranışlar sergileyen ve kendine karşı kötü davranıldığını düşünen bireyler muhakkak mevcuttur. Terapide iyi ile kötüyü ayırt etmek zaten yoktur. Evlilikte de kötü yoktur, eşimizin bizim kötü hissetmemize neden olan davranışları vardır. Genelde çiftlere kendini kötü hissettiren davranışlar netleştirilerek çiftlerle yeniden bir duygulanımsal davranış çerçevesi oluşturulmaya çalışılır. Çünkü gemiyi kimin batırdığının bir önemi yoktur. Gemi battığında da iyi ile kötünün durumunda farklılık söz konusu değildir.
Çiftlere; huzur içinde yaşayabilecekleri evlilik müesseselerini cehennemi bir hayatmış gibi yaşamamaları veya yürütemeyeceklerini düşündükleri gemiyi yürütmenin bir yolu daha olabilir mi sorusunun cevabını bulabilmek için, çok kıymetli hayatlarımızın hiçbir dakikasını ziyan etmemek adına evlilik ve çift terapistlerinden faydalanmaları akılcı bir yol olacaktır.