Evrimsel bakış açısına göre bizler eşlerimizi içgüdüsel olarak soyumuzun devamı için seçiyoruz. Erkekler; güzel, alımlı, doğurgan kadınları tercih ederken kadınlar; erkeğin gücüne, sosyal statüsüne, daha ilkelce; avdan eve getirecekleri paya, güvenliğinin sağlanmasına bakıyorlar.
Ancak aslında bizler eş ararken içsel çatışmalarımızın etkisiyle bizi tamamlayacak, kendimizi yanında huzurlu hissettiğimiz, bir dizi olumlu kişilik özelliklerini kendinde toplamış son derece özgül bir eş arıyoruz.
Platonun aşka dair çıkarımını dikkate aldığımızda, insanoğlu ruhsal olarak yoksul ve noksan olduğunu kabul ediyor, bu yoksulluğumuzu sayesinde dindirebildiğimiz ve noksanlığımızı tamamlayabildiğimiz insanları hayatımıza alıyoruz.
Çevremizde oldukça sık duyduğumuz, işte tam aradığım erkek/kadın bu, beni tamamlayacak beni anlayacak daha iyi bir eş bulamazdım, cümleleri evliliğin ilk adım flört safhasındaki o derin hissiyatın belirtileri oluyorlar.
Peki bilinçaltı bunun neresinde?
Aslında evlilik, evliliğin ilk safhasındaki bu yoğun aşk ve tutku (tutku aşırı istek, aşırı özlem ve aşırı arzu olarak tanımlarsak), çocuklukta açılan ve bizi çok inciten o duygusal yaraların, almış olduğumuz hasarların iyileşmesi için zorunlu bir gereksinim.
Kimi teorilere göre; eş seçiminde aradığımız şey bizi yetiştiren insanların baskın özellikleri oluyor. Yani milyonlarca potansiyel eş adayından o mükemmel yaradılışlı beynimiz, aşkın kimyasının devreye girmesi ve o elektrik meselesinin de olaya dahil olmasıyla ebeveynlerine en çok benzeyen insanları kendine partner seçiyor. Aslında mesele şu; bizler evlenilecek, neslimizi devam ettirecek, güvenliğimizi sağlayacak, bizi duygusal olarak tatmin edecek eşleri ararken, çocukluğumuzda bizde bir takım duygusal ve ruhsal yaralar açan ebeveynlerimize en çok benzeyen adayı seçerek bizi tamamlayıp bu hasarı tamir edip bizi iyi edecek ideal adayı seçiyoruz.
Buradaki seçim kelimesi kasıtlı girişimlerden farklı olarak bilinçdışının doyurulmaya muhtaç gereksinimlerini bütünlüğe kavuşturma ihtiyacıdır.
Her birey çocukluk ya da erken çocukluk dönemlerinde farkında olmaksızın ebeveynlerinin yanlış müdahalelerine maruz kalabilir, yaralanır, incinir ve bu duygusal hasarlarla yetişkinlik dönemine adım atar. Yakın ilişkilerinde de ebeveynlerine benzeyen kişileri bularak bu yaraları iyileştirme imkanı tanırlar kendilerine.
İmago teorisidir bu; Her birey yaralarını saracak eşler arar.
Aşkın o büyüleyici romantik yeri birkaç yıl veya birkaç ay sonra ortadan kalktığı zaman kişi, eşinde çocukluk ihtiyaçlarını karşılamayan, ebeveynlerinin yaralar açan olumsuz özelliklerini görmeye başlar. Aslında hasarı iyileştirmek için bir araya gelen çiftler, olumsuz özelliklerle aynı yaraları tekrar kanattıklarında kavgalar başlar. Burada eşlere şekil verme, onları değiştirme çabası devreye girer.
Tedavi edilmeyi bekleyen çiftler büyük bir çıkmaza girer. Birbirlerine karşı çok acımasız sözler ile davranışlar sarfetmeye başlarlar. Ve evlendiğim adam/kadın bu değildi cümlelerini söylerler.
Aslında değişen eşler değil, eşlerin birbirlerine yükledikleri değerlerdir.
Bireyler ancak farklı fertler olduklarını kabul ettiklerinde bu çekişmeden kurtulup eşlerini kendilerine benzetmekten vazgeçebilirler.
Birbirlerinin farklılıklarını kabul eden bireyler, eşlerinin ebeveynlerine benzeyen olumlu özelliklerini dikkate alarak yaralarını iyileştirebilmeleri, aslında bilinçdışının onlara sunduğu bir imkan olacaktır.
Nasıl yapılacağını bildiklerinde eşlerin birbirini tedavi etmesi yeniden aşık olup ve hakettiği mutlu evliliği yaşaması mümkündür. Çift terapisi bu süreçte size yol gösterecektir.
Tunahan UZUN